top of page
Search

Uyan’an İnsanı Uykuda Tutmaya Çalışan Etki: Güç İhtiyacı




 

İnsan yaşadığı hayatta mutlu olmaya çalışan bir varlıktır. Bundan başka hiçbir işi yoktur. Her gün düzenli bir çalışma ile güç eldesi peşine koşsa da, bunun sonucunda sadece ve sadece mutlu olmak ister. Her insanın mutluluk anlayışı farklıdır. Kimisi güç elde ederek mutlu olacağını sanarken; ruhsal açıdan daha da olgunlaşmış kimisi de mutluluğu huzur, iç ferahlığı ve gönül rahatlığı olarak yaşar. Gönül huzurunu yaşayan İnsan bile, hayatının erken dönemlerinde güç eldesi için çokça uğraşmıştır… Kimi gün gücün çekiciliğine kanmış, gücü yaşamış, gücü hissetmiş; kimi gün ise güçsüzlüğü yaşarken perişan olmuştur. Nice güç eldesi ve kaybı döngülerinden sonra sevgiye açılmış ve gönülsel tatminin mutluluk eldesi için aranan tek cevap olduğu bilgeliğine erişmiştir.

 

Gezegenimizin günümüz popüler kültüründe güç yani iktidar en öncelikle kişinin sahip olduğu para ve emtea miktarı olarak algılanır. En güçlü olduğuna inanılan kişiler Forbes dergisinin sıralamasıyla belirlenmiştir. Bu güç biçimi herhangi bir ekonomik kriz, bir iflas, yatırımların boşa çıkması, bir projede zarar edilmesi veya banka kredisinin ödenememesi gibi durumlarla tehdit edilir.

 

Diğer bir güç biçimi ise askeri ve siyasi, buna bağlı olarak da ekonomik güçtür. Bu gücü elinde bulunduran birim “devlet” oluşumudur. En güçlü devletler denince para birimi en çok tercih edilen, bütün dünyada olayları kontrol etmeye muktedir, diğer ülkelere en çok baskı uygulayabilen ya da uluslararası platformlarda sözü en çok geçen ülkeler en güçlüleridir. İnsan hayatta kalması için vazgeçilmez olan kaynaklar, sözgelimi yiyecek, içecek (Su), enerji, teknoloji, sanayi, sağlık, eğitim, kültür, turistik ve inançsal ihtiyaçlarına yönelik bu doğal ve insana dayalı kaynaklara sahip olmak bu güç biçimi için avantajdır. Bu güç biçimini tehdit eden olgular ise o devletin güç yarışında olduğu diğer ülkeler, doğal afetler, kaynakların tükenmesi, çevre kirliliği, toplumsal, sosyal, inançsal, çevresel krizler ya da savaş gibi güç gösterilerinde kamuoyunun tepkisini toplama, uluslararası arenada ülke içinde yaşanan insanlık dışı olay örnekleriyle küçük düşme vb. olgulardır.

 

Bir başka güç tanımı mevkisel ve itibarsaldır. İnsanın işgal ettiği koltuğu, görevi, mesleği, uğraştığı spor, bilim, sanat dalı ya da herhangi bir konudaki uzmanlığıdır. Bu bağlamda bölgesel, ulusal ya da uluslararası düzeyde otorite olması, verdiği kararlarla etkilediği insan sayısı, uğraştığı konunun bölge, devlet ya da gezegensel olarak önemi gibi rütbelerle İnsan gücü yaşar. İnsanın para ve mal varlığı az olsa bile mevkisel gücü yaşayabilmesi mümkündür. Mevkisel gücün güç birimi “saygı” miktarıdır. Tabi ki aldığı yanlış kararlarla bir sürü insanın hayatına mal olması, insanlık erdemlerine yakışmayan hareketler bulunması ve bunun ortaya çıkması, kişisel ihtiraslarına kapılarak elinde tuttuğu bu gücü kendi menfaatlari (para ve mal edinimi)  için aşırı olarak kullanmasıyla yaşadığı değersizlik ve itibar kaybı vb. deneyimler bu gücün tehditleridir.

 

Din ve inanışa ilişkin güç eldesi ise bir başka güç biçimidir. Bu güç; dinsel başkentlerde (Vatikan, Mekke, Medine, Kudüs, Lhasa vb.), dinsel temalı doğal oluşumlarda (Hira Mağarası, Arafat, Nur, Tur, Zeytin Dağları, Ganj Nehri, Teberiye Gölü, Banyan Ağacı vb.) ve İnsan yapısı bina biçimindeki tapınaklarda (Kâbe, Vatikan Kilisesi, Süleyman Mabedi, Golden Temple, Ankgor Vat vb.) merkezleştirilmiştir. Bu gücün mertebeleri ise bu inanış biçimlerine gönül verme, öğrenme ve bu inanışa hakim olma düzeylerine göre hacı, hoca, hafız, müezzin, imam, başimam, diyanet başkanı, rahip, papaz, piskopos, başpiskopos, kardinal, papa, kohen, rabbi, haham, hazan, baal keria, gabay, yogi, saddhu, guru, sadguru vb. rütbe biçimleri vardır. Bu güç biçiminin tehditleri ise dini kurallarını bozan hareketlerde bulunması ve bunun başkalarınca duyulması, insan erdemlerinde uzak davranışlar ya da bu gücün kişisel menfaatler için kullanılmasıdır. Hele hele bu güç eldesindeki kişinin kendisinin güce düşkünlüğünü kendisinin fark etmesi en büyük vicdani azaptır.

 

Akademik hayat, teknoloji, tıp gibi alanları içine  bilim örüntüsü yani İnsanın akıl, zeka, düşünme biçimi, felsefi algısı, fizik ve biyolojik ortama ilişkin bütün parametreleri araştırma merakı ya da sahip olduğu ansiklopedik bilgi bir başka güç biçimidir. Hem kişisel, hem devletsel, hem felsefi ve teolojik açıdan inanışsal olarak diğer güç biçimlerine direk etki veren bu güç biçimi İnsanın inandığı ve bildiği doğrular üzerinde düşünmesi ve düşünüp karar verdiği fiziki ya da psikolojik gerçeğin, bağlantısını bulduğu iki ayrı fenomenin, oluşturduğu hipotezin doğru olduğunu kanıtlama çabası bilimsel çalışmaların tamamının özetidir. Bu güç odağının da kendi içinde rütbeleri vardır. Araştırma görevlisi, asistan, öğretim üyesi, pratisyen hekim, doktor, doçent, profesör, ordinaryüs profesör, dekan, rektör, yüksek öğretim başkanı, öğretmen, başöğretmen, müdür yarımcısı, müdür, milli eğitim bakanı gibi titrler bu alana hakimiyete derecelerini gösterirler. Bu güç biçiminin tehditleri ise bilinen bilimsel gerçeğin başkalarınca yanlışlanası, bilimsel çalışma yapan kişi ya da grubun bazen zamana bazense diğer kişi ya da gruplara yenik düşerek yeni ve ilk olma özelliğini kaçırması, yapılan yeni keşfin zaman içinde çok büyük zararının ortaya çıkması vb. konulardır. Salt olarak bilgisizlik, cahillik, bildiğini hatırlayamama, örüntüyü fark edememe, kandırılma, aldatılma, bunama vb. bilişsel (zihin ve akılla ilgili)  yetersizlikler ise bu gücün en büyük tehditlerini oluştururlar.

 

 

Medyatik güç ise toplum üzerinde etki yaratacak, kısa sürede topluma yayılacak popüler düşünce, fikir, felsefe, trend, moda davranış biçimi, giyim tarzı, yaşam tarzı vb. olguların üreticisi ve yayıcısı olma, bu kanalları elinde bulundurma gücüdür. Günümüzde ağırlığı internet gibi hızlı bir haberleşme yolu üzerinden olan, cep telefonları, tvler, film kanalları, film endüstrisi, uydu yayınları gibi oluşumlarla görsel organlar; gazeteler, dergiler ve kitaplar üzerinden yazılı organlar; radyo ve uydu kanalları üzerinden ise duysal organlar olarak tümleşmiştir. Bu bağlamla ünlüler (Celebrity), influencerlar (Etkileyiciler), yüksek sosyete, film artist ve aktristleri, futbolcular (ve diğer popüler sporcular), şarkıcılar (ve diğer popüler sanatçılar) vb. sosyal aktörler bu alanda gücü ellerinde tutarlar. Bu gücün tehditleri ise teknolojik kanallar açısından sözgelimi elektrik kesintisi, teknik aksaklıklar, server çökmeleri, hizmet kesintileri; sosyal aktörler açısından ise bahtsız itibar kaybı deneyimleri, rezil olma, küçük düşme, ifşa olma vb. deneyimlerde, toplumun veya saygı uyandırdığı topluluğun tepkisini alacak herhangi bir olay, durum ve deneyim yaşanmasıdır.

 

Çok kısaca güç tehdit olgusuyla birlikte gelip geçidir. Elde edilmesi bazen zor, bazen kolay (Veraset, babadan oğula geçme, aileden kalma, toplum, otorite ya da tanrı tarafından seçilme vb. yollarla) olsa da yine de gelip geçicidir.

 

Gücün ele geçiriliğ, sürekli olması halinde bile bir süre sonra güç miktarında artış olmazsa, bu sefer aynı güç sıkıntı, bıkkınlık ve usanma verici olur. Kısaca güçten alınan haz, sürekliliği ve değişmeyen düzenliliği halinde düşüş gösterir. Kazanılan para yıllar yılı aynı kalırsa, İnsana verdiği haz hissi düşer. Elde edilen rütbe hep aynı kalırsa, bir süre sonra sıkıcı hale gelir. Alınan alkol miktarının insana verdiği geçici mutluluk, beden alıştıkça yetmez hale gelir. Kısaca mutluluk olarak bilinen haz; değişim ve yükseliş olmazsa sönümlenir. Bu nedenle bütün güç biçimleri sabit kalma tehdidiyle karşı karşıyadır.

 

İnsan beyninin salgıladığı mutluluk hormonlarının seviyesi, haz veren uyarana göre salgılanır. Sözgelimi dopamin ‘yeni’ ve ‘başarı’ deneyimleriyle salgılanır. Yeninin (yeni gömlek, yeni cep telefonu, yeni proje, yeni konser, yeni eş, yeni ev vb.) yeniliği bittiğinde salgı azalır. Aynı seviyede süregelen uyaran bir süre sonra insana mutluluk vermez olur. Hele hele mutlu olmak için uygulanan davranış biçiminin bir süre sonra alışkanlık, düşkünlük ve bağımlılık geliştirilmesiyle muhtaç olunan bir mutsuzluk bileşeni haline geçmesi sadece bir süreç meselesidir. Paraya, pula, mala, mülke, itibara, mevkiye, şöhrete, akla, zekaya karşı geliştirilen düşkünlük (sürekli kalması, azalması veya tamamen kaybedilmesi durumlarında) insanın, sonrasında derin bir mutsuzluk, umutsuzluk, depresyon uçurumuna yuvarlanması için yeter-gerek şarttır.

 

Günümüz post-modern dünyasında mutluluk-mutsuzluk ayrımı gittikçe zorlaşmaktadır. Aslen yaşanan bütün deneyimlere “iyi ve “kötü” değerlemesini yaparak , İnsana “acı” ya da “haz” hislerini veren “İnsanın Realitesi” yani düşünme, duyumsama ve davranış biçimi mutluluğun da mutsuzluğunda kaynağıdır ama genel toplum bilinci bunu bilmez…

 

İnsan günümüz popülarist dünyasında genel geçer hazlar peşinde koşarken, gönülsel olarak yaşayacağı “gerçek/gerçeğe en yakın” mutluluğu ya ıskalamakta ya da bundan hiç haberi olmadan günlük yaşam içinde güç odaklı haz-acı dünyasında savrulup gitmektedir. İşte bu “Uyku”;  gördüğü rüyada geçici hevesler peşinde koşmasıyla yaşadığı bu uyku aldatıcıdır… Bu uyku güzeldir ve günü geçirtendir ama sonsuza dek süren ve nihai değildir.

 

İnsan o günün akşamı yatağa girdiğinde, o gün içinde belli keyiflerini tatmin ettiyse, kendini özel, güzel, akıllı ve ünlü hissettiyse tamamdır. Eğer o gün içinde şahsiyetine bir saldırı olduysa, para ve maddi değer kaybettiyse, ilişkisi bozulduysa, itibarı lekelendiyse, sağlığı bozulduysa yatağa girdiğinde, bu sefer de umutsuz, mutsuz, huzursuzdur. Bu gelip geçici acı-haz döngüsünden çıkma ise “Uyanma” ile olur. Mutluluk açısından önemli ve önemsizi ayırt etmeye başlama, gücün değil de mutluluğun esas olduğunu fark etme olgunluğuna erişme “Ruhsal Uyanış”la mümkün olur. İnsanın doğal, biyolojik uykusu ortalama 8 saattir. İnsanın varoluşsal uykusu ise kalan 16 saati ve bütün hayatını kapsar. Bazen kalan 8 saati de içine alarak insana uykusunda bile kabusu yaşatır, insana sabaha kadar cehenem azapları çektirir.

 

İnsan güç eldesi için sevgi ve insanlıktan feragat ettiğinde, uyumaya devam eder. İnsan gönülsel mutluluk yaşayacağının bile bile parasından, şahsiyetinden, itibarında vazgeçmemesi İnsanı uykuda tutar. Para hesabı yaptığı için bir çocuğu kırması, itibar hesabı yaptığı için çevresindekiler üzerinde baskı oluşturması, gücü elinde tutmak için yalan söylemesi,  yalancı benlik duygusunu kırmamak için kendini kandırmaya devam etmesiyle İnsan uykuda kalmaya devam eder. Bu uyku güzeldir; içinde türlü türlü rüyaları, şeker gibi aldatıcı yaşanışları, tül perde oluşumlarını, pamuk ipliğine bağlı halleri barındırır. İnsan güç elindeyken hiç uyanmak istemez bu uykudan… Biyolojik uykusu, varoluşsal uykusu yanında hafif kalır. Bedenin sürekliliği için uyuduğu uyku, ruhunun tatminini sağlayacağını zannettiği uykudan çok daha büyük bir uyanıklık halidir aslında…

 

Uykunun içinde tutan etki; İnsanlık tarihi boyunca var olmuştur. Şeytan, ego, düşük nefs, alt çakra etkileri olarak adlandırılan bu gelişmekten ve mutlu olmaktan geri bırakan, ilerlemeyi yavaşlatan, atalet veren, miskinlik, muhafazakarlık, uyuşukluk veren bu etki, İnsanın gezegendeki eğitiminde büyük bir öğretici rol oynamaktadır. Bu etki İnsanın kendi “Öz”üne doğru ilerleyişini durdurmaya çalışan etkidir. Bu etki günümüz dünyasında çok güçlüdür ve güce düşkünlük gösteren İnsan üzerinde etkisini her geçen gün daha da arttırmaktadır. Uykuda olduğunu farkeden, uykudan bir an evvel uyanmak isteyen, kısmen uyanan ya da tamama yakın olarak uyanmış olan bütün İnsanlar için bu etki söz konusudur ve bu etki her seviyede oldukça güçlüdür…

 

İnsan, sadece acı çektiği zamanlarda mutluluk arayışına otomatik olarak giren bir canlıdır. İşleri düzeldiğinde, sağlığını kazandığında, gücü ele geçirdiğinde ise mutluluk arayışı biter ve haz yaşantısına dahilolur. Ve İnsan sanar ki o haz sonsuza kadar sürecek… O güç sonsuza kadar elinde kalacak… İşte bu da insanı uykuda tutan etkinin sandırdığıdır. Oysa asıl çalışma, asıl arayış, asıl öz-eğitim şartlar iyiyken, güç eldeyken yapılır. Bankada parası varken, itibarı yerindeyken, sağlığı yerindeyken, işleri yolundayken İnsanın “Kendi”ni araması, “Kendi”ni tanıması, “Kendi”ni bilmesi, “Öz”ünü öğrenmesi gibi çalışmaları yürütmesi kolay ve etkilidir. Farkındalığın yükselmesi için herşeyden önce sağlığın yerinde olması, biyolojik bütünlüğün süregelmesi esastır. Daha sonra ekonomik ve sosyal hayatın İnsandan bir şey beklememesi gerekmektedir. İnsanın içindeki oluşumu fark etmesi için dışındaki hiçbir şeyin ondan herhangi bir enerji ya da mesai beklememesi gerekir. İnsan dış dünyayla uğraşırken, içsel dünyasını yordayamaz…

 

İnsanın uykudan uyanmaya başlamışken bu uyanışını sürdürmesi, gönülsel ferahlığı azıcık yakalamışken buna yaptığı yatırımı sürdürmesi esastır. Aksi halde uykuda tutan etki; tekrar tekrar İnsanı ziyaret eder ve acı-haz döngüsünü çalıştırır.

Aynı bilek güreşindeki gibi kendisini uykuda tutan etkiyi fark ederek, onu milim milin alt etmesi, en sonunda ise o etkiye de saygı duyarak etkinin üzerindeki etkisini tamamen bitirmesi sonsuz ve şartsız mutluluğa ulaşması için esastır…

 

Uyku güzeldir, rüya güzeldir, “Uyanış” ise Yaratılışın Öz’üdür…

 

Uyan İnsan, Uyan İnsan, Uyan İnsan…

 

 

 

Ali Erdinç BAŞARAN

 

 

 
 
 

Comments


About Me

I'm a paragraph. Click here to add your own text and edit me. It’s easy. Just click “Edit Text” or double click me to add your own content and make changes to the font. I’m a great place for you to tell a story and let your users know a little more about you.

#LeapofFaith

Posts Archive

Keep Your Friends
Close & My Posts Closer.

Thanks for submitting!

Beni Sosyal Medya Üzerinden Takip Etmeyi Unutma!

  • Instagram

En kısa sürede sana ulaşacağım.

© Ali Erdinç Başaran

bottom of page